16 Ağustos 2010 Pazartesi

SERMAYE ARTIRIMI DOLAYISIYLA BEDELSİZ EDİNİLEN HİSSE SENETLERİ

1 Seri No'lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nin 5.6.2.4. Diğer hususlar başlıklı maddesinde;

“Sermaye yedekleri kullanılmak suretiyle sermaye artırımında bulunulması neticesinde sermaye artırımı nedeniyle verilecek bedelsiz hisse senetlerinin, bu şirkete iştirak edenler yönünden aktif ve pasiflerinde bir artışa neden olmaması gerekir. Dolayısıyla, bedelsiz hisse senetleri nedeniyle aktifte tutulan hisselerin sadece adedi değişecek, bedelinde değişme olmayacaktır.

Dönem kârından ayrılan yedekler kullanılmak suretiyle sermaye artırımında bulunulması halinde ise bu işlem sonucu ortaklara bedelsiz hisse senedi verilmesi ile fiilen kâr payı dağıtılması arasında fark bulunmamaktadır. Her iki halde de ortaklar, kurum bünyesinde oluşan kârlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanına sahip olmaktadır. Dolayısıyla, kâr yedeklerinden karşılanan sermaye artırımları sonucunda ortaklarca bedelsiz iştirak hissesi iktisap edilmesi durumunda, alınan bu iştirak hisseleri nominal bedelle iştirak hesaplarında izlenecek ve iştirak kazançları istisnası nedeniyle kurumlar vergisine tabi tutulmayacaktır.” denilmektedir.

Buna göre iştirak edilen kurumun iç kaynaklarından yaptığı sermaye artışı sonucu edinilen bedelsiz hisseler eğer sermaye yedekleri, Sermaye Düzeltmesi Olumlu Farkları, İştirakler Sermaye Düzeltmesi Olumlu Farkları gibi aktif ve pasifte bir artışa neden olmuyorsa sermaye artışı tutarının İştirakler hesabına karşılık özkaynaklar altında sermaye yedekleri fon hesabına alınması gerekir.

Edinilen bedelsiz hisselerin kar yedeklerinden gelmesi durumunda ise hisse bedelleri nominal bedelle iştirak hesaplarında izlenecek ve karşılığı gelir tablosunda temettü geliri olarak dikkate alınacaktır. Bu tutar iştirak kazancı istisna yazılması nedeniyle kurumlar vergisine tabi tutulmayacaktır.

9 Temmuz 2010 Cuma

KDV KANUNU UYARINCA HİZMET İHRACI

3065 Sayılı KDV Kanunu’nun 1/1.maddesine göre Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler vergiye tabi tutulmuş, 4. maddesinde hizmet, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olarak tanımlanmış ve bu işlemlerin bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Kanunun 6/b maddesine göre hizmet ifalarında işlemin (hizmetin) Türkiye’de yapılmış sayılması için hizmetin Türkiye’de yapılması veya hizmetten Türkiye’de faydalanılması gerekmektedir.

Hizmet ihracında katma değer vergisi istisnasının uygulanabilmesi için 26 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nin (c) bölümünde yer alan aşağıdaki dört şartın birlikte gerçekleşmiş olması zorunludur.

1. Hizmet Türkiye’de yurtdışındaki bir müşteri için yapılmış olmalıdır.
2. Fatura veya benzeri nitelikteki belge yurtdışındaki müşteri adına düzenlenmelidir.
3. Hizmet bedeli, döviz olarak Türkiye’ye getirilmelidir.
4. Hizmetten yurtdışında yararlanılmalıdır.

Uygulamada yurt dışında fiiline verilen bir hizmetin, KDV dışı bir işlem mi olduğu (KDV Kanunu madde 6) yoksa hizmet ihracı mı sayılacağı ve bu hizmetle ilgili olarak yüklenilen KDV’nin indirim ve iade konusu olup olamayacağı konusunda tereddüt yaşanabilmektedir.

Burada hizmet ihracına ilişkin yukarıda sayılan dört şartın tümünün gerçekleştiği ve hizmet bedelinin Türkiye'de hasılat yazıldığı durumlarda hizmet yurt dışında icra edilmiş olsa bile hizmet ihracı olduğu kabul edilebilir.

25 Haziran 2010 Cuma

ÖZ SERMAYE KALEMLERİNİN BİRBİRİNDEN MAHSUBU

Öz sermaye kalemleri arasında yapılacak mahsuplar konusunda aşağıdaki durumlar incelenebilir.

“Dönem Kârı”nın, “Enflasyon Düzeltmesi Olumsuz Farkları”na mahsubu,

“Dönem Kârı”nın, “Geçmiş Yıl Zararları”na mahsubu,

“Sermaye Düzeltmesi Olumlu Farkları”nın “Geçmiş Yıl Zararları”na mahsubu.

Enflasyon düzeltilmesine ilişkin hükümler Vergi Usul Kanunu’nun geçici 25. Maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre; “pasif kalemlere ait enflasyon fark hesapları, herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde, bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde vergiye tabi tutulur. Ancak öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları, düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebilir veya kurumlar vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebilir; bu işlemler kâr dağıtımı sayılmaz.”

Yukarıdaki bilgiler ışığında; “Sermaye Düzeltmesi Olumlu Farkları”nın “Geçmiş Yıl Zararları”na mahsup edilmesi mümkün değildir. Enflasyon düzeltmesinden kaynaklanan olumsuz farklarla ilgili kesin bir hüküm olmasa da; bu tutarın ticari faaliyetlerden kaynaklanan “Dönem Kârı”na mahsup işleminin uygun olmayacağı söylenebilir. Öte yandan, “Dönem Kârı”nın “Geçmiş Yıl Zararları”na mahsup edilebileceği söylenebilir.

6 Mayıs 2010 Perşembe

İHRAÇ KAYITLI SATILAN MALLARIN İHRAÇ EDİLEMEMESİ VE ÜRETİCİYE İADESİ DURUMUNDA KDV UYGULAMASI

3065 Sayılı KDV Kanunu’nun 11/1-c maddesi çerçevesinde tecil-terkin kapsamında vergi ödenmeden satın alınan ve yasal süresinde ihraç edilemeyen ürünlerle ilgili olarak; “İhraç kayıtlı satılan malların imalatçılarca ihracatçıya teslim tarihini takip eden ay başından itibaren 3 ay içinde ihraç edilmesi, ihracatın mücbir sebepler veya beklenmedik durumlar nedeniyle üç ay içinde gerçekleştirilememesi halinde, en geç üç aylık sürenin dolduğu tarihten itibaren on beş gün içinde başvuran ihracatçılara Gelir İdaresince uygun görülmesi halinde vergi dairelerince üç aya kadar ek süre verilebileceği ve bu süre içinde ihracatın gerçekleştirilmesi halinde tecil-terkin ve iadeden yararlanılabileceği hüküm altına alınmış olup bu süreler dolmuş olmakla beraber veya ihracatçı tarafından ek süre de talep edilmemiş veya talep edilmiş ancak bu süreler geçtikten sonra malın ihraç edilmiş olması halinde, imalatçının beyan ettiği ve tecil edilen KDV’nin gecikme zamlı olarak imalatçıdan tahsil edileceği” ifade edilmiştir.

Malların bir kısmının yasal süresi içerisinde ihraç edilememesi halinde de işlemlerin ihracı gerçekleşmeyen teslimlerle sınırlı şekilde uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Öte yandan ihraç kaydıyla imalatçılardan alınan malların bir kısmının ihraç edilememesi ve ihraç edilemeyen bu malların imalatçılara iade edilmesi halinde, ihracatçılar, imalatçılara iade edilen mallara ait fatura düzenleyecekler ve bu faturada katma değer vergisini göstereceklerdir. Bu vergi, malın iade edildiği dönem beyannamesinde, hesaplanan vergi olarak beyan edilecektir.

Malı ihraç edecek firma tarafından malın imalatçıya iadesi ihraç kayıtlı teslimin yapıldığı vergilendirme döneminden sonra gerçekleştiği takdirde ihracatçı tarafından malın iade edildiği imalatçı adına fatura tanzim edilirken KDV hesaplanması, hesaplanan KDV’nin imalatçı tarafından ödenerek indirim konusu yapılması, ihracatçının da hesaplanan KDV olarak beyan etmesi gerekmektedir.

İhraç kayıtlı satıştan dolayı imalatçı; beyannamesinde tecil edilen KDV ile iade edilecek KDV'nin birlikte bulunması halinde, iade edilecek KDV'den ihracatçı tarafından iade edilen mala ait tecil edilen KDV miktarını tenzil etmek suretiyle iade miktarını hesaplayarak, kendisinden herhangi bir gecikme zammı talep edilmesine engel olacaktır. İmalatçının iade edilecek KDV’si çıkmamış, sadece tecil edilecek KDV olup vergi tecil edilmişse, tecil edilen vergi gecikme zamlı olarak imalatçı tarafından ödenecektir.

16 Nisan 2010 Cuma

BORÇ KULLANAN KURUMUN ZARAR ETMESİ DURUMUNDA ÖRTÜLÜ SERMAYE DÜZELTMESİ

Yazarlar:MustafaKOCAMESE*
Yazarlar:GürayBAL**
E-Yaklasım / Mart 2010 / Sayı: 207


Örtülü sermaye kapsamına giren borçlanmalar sebebiyle ödenen faizlerin düzeltilmesinde, borç kullanan istirakin ilgili hesap dönemi sonunda zarar etmesi ya da istirak kazancı istisnası olarak dikkate alınan tutardan daha düsük miktarda kâr elde etmesi hallerinin istisna uygulamasına etkisinin ne olacagı konusunda Mali İdare
tarafından çesitli muktezalar verilmistir.

Konu ile ilgili verilen bir muktezada([2]);
“Genel olarak, sirketlerin gelirlerinden faaliyetin devamı için yapılan Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kabulü mümkün bütün özel ve genel giderler (amortismanlar ve karsılıklar dahil)indirildikten sonra kalan tutar safi kârı teskil eder ve bu kâr yine aynı Kanun maddelerine göre dagıtılır. Bu itibarla, elde etmis oldugunuz faiz gelirlerinin kâr payı olarak dikkate alınması Türk Ticaret Kanunu kapsamında bir kâr dagıtımı olarak degil, sadece vergisel yükümlülükler bakımından kâr dagıtımı olarak dikkate alınması gerekir. Bu nedenle zararlı durumlarda da örtülü sermaye faizi
ödenmesi durumu ile karsılasılabilir. Bu takdirde, ileride elde edilecek kazanca mahsuben yapılan bir dagıtım söz konusu olup, borç alan kurumun zarar etmesi veya kâr dagıtımı olarak dikkate aldıgınız faiz gelirinden daha az kâr elde etmesi istisna uygulamasına engel teskil etmeyecektir.”
denilmek suretiyle borç kullanan tarafın zarar etmesi durumunda da düzeltmenin yapılmasının mümkün oldugu belirtilmistir. Yine bir baska muktezada([3]) bu görüse paralel olarak;
“Örtülü sermaye üzerinden faiz ödenmesi, kâr payı dagıtımı hükmündedir. Genel anlamda kâr payı dagıtımı yapılabilmesi için, kurumun dönem sonuçlarının kârlılıkla kapanmıs olması veya geçmis dönemlerden gelen birikmis kârlarının bulunması gerekir. Burada sözü edilen kâr dagıtımı ise Türk Ticaret Kanunu bakımından kâr dagıtımı hükmünde bir islem olmayıp, sadece vergilendirme ile ilgili yükümlülükler bakımından kâr dagıtımı olarak dikkate alınmaktadır. Borç alan kurumun dönem sonuçlarının zararla sonuçlanması durumunda da ileride elde edilecek kazanca mahsuben yapılan bir
dagıtım söz konusudur. Bu nedenle, kurum zararda olsa dahi vergisel yükümlülükler açısından kurumun kâr dagıtımı yapmıs gibi degerlendirilmesi gerekir. Ancak, kâr dagıtımından söz edilebilmesi için gerek borç alan ve gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye sartlarının gerçeklestigi hesap döneminin kapanmıs olması sarttır.
Buna göre; örtülü sermaye üzerinden Sirketinize ödenen faizlerin borç alan sirketçe geçici vergilendirme dönemlerinde kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınıp vergi matrahına ilave edilmis olması halinde, söz konusu tutarın 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi uyarınca istirak kazançları istisnası kapsamında degerlendirilmesi, 2006 yılı kurumlar vergisi beyannamesinin verilmis olması halinde de vergi dairesi müdürlügü nezdinde düzeltme talebinde bulunulması mümkündür.”
seklinde görüs verilmistir.
Benzer bir soruya Vergi Dünyası dergisinin Kasım 2009 sayısında verilen bir cevapta; örtülü sermaye kapsamında elde edilen faizlerin kar payı olarak yeniden tasnif edilmesi ve buna göre gerekli düzeltmelerin yapılmasının amacının mükerrer vergilemeyi önlemek oldugu belirtilerek, örtülü sermaye kullandıran nezdinde
yapılacak düzeltmede dikkate alınacak tutarın örtülü sermaye kullanan tarafın kazancı üzerinden hesaplanarak kesinlesen ve öden tutar oldugu ifade edilmistir. Buna göre borç kullanan tarafın zarar beyan etmesi sebebiyle ödenen herhangi bir vergi tutarı bulunmadıgından örtülü sermaye kullandıran tarafın bu asamada düzeltme
yapmasının yasal olarak mümkün olmadıgı yönünde görüs verilmistir.
Görüldügü üzere Mali İdarenin verdigi görüslerde örtülü sermaye kapsamında borç kullanan tarafın zarar etmesi veya örtülü sermaye faizinden düsük kar etmesi durumunda dahi örtülü sermaye düzeltmesinin yapılabilecegi belirtilmektedir. Ancak tersi yönde görüsler de mevcuttur. Kanaatimizce mükelleflerce bu sekilde bir uygulama yapılmadan önce konu hakkında görüs alınması yerinde olacaktır.

17 Mart 2010 Çarşamba

VERGİ LEVHALARININ TASDİKİ

Yazan: Mustafa Kocameşe


Vergi Usul Kanunu’nun 5. Maddesinde vergi mahremiyetine ilişkin düzenlemeler içerisinde vergi levhasının işletmelerde asılması konusuna da yer verilmektedir. İlgili maddeye göre Gelir Vergisi mükellefleri (Kazancı basit usulde tespit edilenler dahil) ile sermaye şirketleri her yıl Mayıs ayının son gününe kadar vergi tarhına esas olan kazanç tutarları ile bunlara isabet eden vergi miktarlarını gösteren levhayı merkezlerine, şubelerine, satış mağazalarına iş sahipleri ile mükellefler tarafından kolayca okunup görünecek şekilde asmak zorundadırlar.

Vergi levhası nerelere tasdik ettirilir?
Vergi levhalarının tasdikli olarak asılması gerekmektedir. Tasdiki asıl olarak bağlı olunan vergi daireleri yapmakla birlikte iş yoğunlu sebebiyle daha sonra meslek mensuplarına da bu yetki verilmiştir. Vergi levhalarının tasdiki aşağıdaki kişilere yaptırılabilir.
- Bağlı olunan vergi dairelerine,
- Tam tasdik sözleşmesi yapılan YMM’lere,
- Defter tutmak ve beyanname vermek üzere sözleşme düzenlenen meslek mensuplarına.

Meslek mensupları kendi vergi levhalarını imzalayabilir mi?
Bu konuda açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte Maliye Bakanlığı yayınlamış olduğu 23.02.2000 tarih ve B.07.0.GEL.0.28/2803-5-794/8551 sayılı muktezada meslek mensuplarının kendi vergi levhalarını da tasdik edebileceklerini belirtmiştir.

12 Mart 2010 Cuma

VERGİ DENETİMİNDE ETKİNLİK

Yazan: Mustafa Kocameşe

Vergi Denetiminde Etkinlik Sorunu

Maliye Bakanlığı'nın verilerine göre 2004 yılı sonu itibariyle faal gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin toplam sayısı 2.406.661’dir. Yapılan incelemelerin sayısı ise aynı dönem için 153.881’dir. Bu rakamlara göre incelenen mükelleflerin oranının %7’ye ulaştığı görülmektedir. Bir önceki dönemde ise bu oran %3 civarındadır.

Vergi denetiminde etkinliğin sağlanamamasının sebeplerinden bazıları şu şekilde belirtilebilir:
- Vergi denetim elemanlarının sayıca yetersiz olması: Denetim birimlerinde çalışan denetmenlerin nitelikleri yanında sayılarının da yeterli düzeyde olması vergi denetimlerinin beklenen amaçlara ulaşabilmesi açısından gereklidir.[1] Toplam mükelleflerin her yıl ortalama % 2-3 ‘ü incelenebilmektedir. İnceleme oranlarının bu şekilde olması vergi denetimlerinden beklenen etkinliğin sağlanmasını güçleştirmektedir.
- Performans değerlemesi yapılmaması: Periyodik dönemler itibariyle faaliyet sonuçları ve hedeflerin kamuoyu ile paylaşılmaması ve vergi inceleme elemanlarına performansa dayalı ödül-ceza sisteminin uygulanmayışı vergi denetiminde etkinliği ve verimliliği olumsuz etkilemektedir.[2]
- Vergi denetimlerini hızlandırıcı olanaklardan yeterince yararlanılmaması:
Ülkemizde yapılan vergi denetimlerinde; yapılan denetimlerin kısa sürede, etkin ve verimli bir şekilde sonuçlandırılmasını sağlayacak olanakların kullanıldığını söylemek güçtür. Yapılan incelemelerde incelenecek mükelleflerin seçimi genelde klasik yöntemlerle yapılmaktadır.[3] Vergi denetiminde daha etkili ve verimli olabilmek için çağdaş denetim teknikleri kullanılmalıdır. Ayrıca incelenecek mükelleflerin ve konuların seçilmesinde daha isabetli kararlara varabilmek için istatistiksel yöntemlerden ve analizlerden yararlanılmalıdır.
- Planlama koordinasyon ve işbölümü eksikliği: Ülkemizde vergi denetimleri denetim birimlerinin hazırladıkları yıllık planlara göre yapılmaktadır. Ancak bütün denetim kuruluşlarını kapsayan ülke çapında bir planlamaya gidilmediğinden koordinasyon sağlanamamakta ve denetimde etkin olunamamaktadır.[4]
- İncelenecek mükellef seçimi: Ülkemizde incelenecek mükelleflerin seçimi teknik ve ekonomik bazı ölçütlerin ağırlık taşıdığı sistematik ve mekanik bir işlem tarzından çok inceleme elemanlarının takdir ve değerlendirmelerine dayalı olarak yürütülmektedir. Halbuki gelişmiş ülkelerde incelenecek mükelleflerin seçimi için çeşitli yöntemlerden yararlanılmakta ve bilgi işlem teknolojisi azami ölçüde kullanılmaktadır. Bilgi işlem teknolojisi bütün beyannamelerin elektronik olarak revizyonunu mümkün kılmaktadır. Örneğin IRS ( Internal Revenue Service) hata ihtimali yüksek beyannameleri tespit eden özel bilgisayar programları kullanmaktadır.[5]

Toplumsal, ekonomik ve denetimle ilgili diğer hususlar veri kabul edildiğinde (inceleme elemanı sayısı v.b.) vergi denetiminde etkinliğin artması aşağıdaki unsurlara bağlı olacaktır:
- İncelenecek beyanların seçimindeki başarı oranı,
- İncelemeye alınan beyanlarda derinlemesine incelenecek hususların doğru bir şekilde tespit edilebilmesi,
- İnceleme elemanlarının zamanlarının etkin ve verimli bir şekilde kullanabilmeleri.
Bugün itibariyle gelişmiş ekonomilerde yapılan çalışmalar bu unsurlar üzerinde yoğunlaşmaktadır.[6]

Gelişmiş Ülkelerdeki Vergi Denetim Uygulamaları:

Bu gün itibariyle Amerika Birleşik Devletleri Vergi İdaresi IRS’in etkinliği herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu sonucun elde edilmesinde toplumdaki kuralara uyma bilinci yanında kuraldışı hareketlerin ortaya çıkartılması ve cezasız bırakılmaması vardır.[7]
Amerika birleşik Devletleri’nde uygulanan vergi incelemelerinin en çarpıcı özelliği incelemelerin caydırıcılığının çok sayıda mükellef incelenerek yani genel inceleme oranını yüksek tutarak değil, incelenmesi gerektiği başarılı bir yöntemle tesbit edilen az sayıda mükellef incelenerek sağlanmasıdır. İnceleme oranı %1,34 gibi düşük bir düzeydedir ve vergi kaçırma oranı da yine düşük ve %3’tür. Bu düşük inceleme oranlarına rağmen vergi kaçırma oranı oldukça azdır. Vergi kaçırma ve denetleme oranlarının bu kadar düşük olmasına rağmen incelenen her yüz mükelleften 75’ine ceza salınmaktadır. Bu da bize incelenen %1,34’lük mükellef kitlesinin seçiminde ne kadar isabetli davranıldığını göstermektedir.[8]
Amerika birleşik Devletleri’nde vergi incelemelerinin önemli bir yönü de sektörler arası uzmanlaşmaya gidilmesidir. Sektörler arası uzmanlaşmanın hedefi özel piyasa kesimleri için yüksek derecede eğitimli inceleme elemanlarının yetiştirilmesidir. Böylece vergi incelemelerinde etkinlik ve mükelleflerin vergi uygulamalarını uyumu arttırılmış bulunmaktadır. İnceleme elemanları; mükelleflerin faaliyette bulunduğu gruplar, iş çeşidi veya teknik konuların muhtevasına göre belirli alanlarda uzmanlaşarak incelemelerini daha etkin bir şekilde yürütebilir hale gelmişlerdir.[9]Almanya’da ise incelenecek mükelleflerin seçilmesinde ön inceleme sonuçları ve istihbarat bilgileri kullanılmaktadır. Ayrıca işletmeler ciroları ve beyan ettikleri matrahlara göre beş sınıfa ayrılmıştır. Bu sınıflandırma da mükellef seçiminde önemlidir. Büyük işletmeler ve holdinglerin bütün dönemleri incelenmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmelerden hangilerinin inceleneceği ise ön revizyon sonucunda belirlenmektedir. Almanya’da temel inceleme stratejisi toplam vergi matrahı içerisindeki payı düşük olan çok sayıda mükellefi incelemek yerine, toplam vergi matrahının daha büyük bir bölümünü beyan eden az sayıda mükellefi incelemek esasına dayanmaktadır.[10]

Kaynaklar:
[1] TOPÇU H. İbrahim, Vergi Denetimi Beyan Dışı Ekonomi İlişkisi; İstanbul Örneği, M.Ü.S.B.E. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, s.53
[2] TOPÇU H. İbrahim, Vergi Denetimi Beyan Dışı Ekonomi İlişkisi; İstanbul Örneği, M.Ü.S.B.E. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, s.56
[3] TOPÇU H. İbrahim, Vergi Denetimi Beyan Dışı Ekonomi İlişkisi; İstanbul Örneği, M.Ü.S.B.E. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, s.56
[4] ASLANOĞLU Suphi, Günümüz Vergi Anlayışında Denetimin Etkinliğini Sağlayan Bir Yöntem: Vergi Denetiminde Mali Analiz Tekniklerinin Kullanılması, M.Ü. SBE. Doktora Tezi, İstanbul, 2002, s.77
[5] YARAŞLI Osman, Türkiye’de Vergi Reformu, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Yayınları Yayın no: 2005/367 , Ankara 2005, s. 254
[6] YALÇIN Hasan, Olasılık Tahminleri Üzerinde İleri Sürülen Benford Kanunu’nun Vergi Denetiminde Kullanımının İrdelenmesi, Bilim Raporu, H.U.K. 2000, s. 3
[7] YALÇIN Hasan, Olasılık Tahminleri Üzerinde İleri Sürülen Benford Kanunu’nun Vergi Denetiminde Kullanımının İrdelenmesi, Bilim Raporu, H.U.K. 2000, s.27
[8] YARAŞLI Osman, Türkiye’de Vergi Reformu, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Yayınları Yayın no: 2005/367 , Ankara 2005, s. 254
[9] GÜL Zeynel Murat, Vergi İncelemelerinde Uzmanlaşmaya Gidilmesinde Amerika Birleşik Devletleri Örneği, Vergi Sorunları Dergisi Sayı 170, Kasım 2002, s.61-66
[10] YARAŞLI Osman, Türkiye’de Vergi Reformu, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Yayınları Yayın no: 2005/367 , Ankara 2005, s. 255

4 Şubat 2010 Perşembe

B FORMLARIYLA İLGİLİ YENİ TEBLİĞ YAYIMLANDI

396 SIra Nolu VUK Genel Tebliği ile 2010 yılında verilecek B formlarıyle ilgili yeni düzenlemeler yapıldı. Bilindiği gibi daha önce 362 Nolu Tebliğle B formlarının yıllık değil aylık olarak verilmesi uygulamasına geçilmişti. Yeni tebliğde formların verilme süresi sonraki ayın son günü olarak belirleniyor. Bu da uygulamada KDV beyannamesinin verilmesini takiben B formlarının da hazırlanması gerektiği anlamına geliyor. 396 Nolu Tebliğin tam metni şu şekilde:

Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği
(Sıra No: 396)


Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun[1] 148, 149 ve Mükerrer 257 nci maddelerinin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak, 350[2] Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğiyle, bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin belirli bir haddi aşan mal ve hizmet alımlarını "Mal ve Hizmet Alımlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Ba)" ile; mal ve hizmet satışlarını ise "Mal ve Hizmet Satışlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Bs)" ile bildirmeleri yükümlülüğü getirilmiş, 362[3] ve 381[4] Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleriyle de bu yükümlülüğe ilişkin açıklamalar yapılmıştı.

Söz konusu yükümlülüğün 2010 yılı ve müteakip yılların aylık dönemlerinde yerine getirilmesinde uygulanacak usul ve esaslar ile bildirim hadleri bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır.

1- KAPSAM

Yükümlülük Kapsamındaki Mükellefler

Bilindiği üzere, belirli bir haddi aşan mal ve hizmet alımlarını "Mal ve Hizmet Alımlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Ba)" ile; mal ve hizmet satışlarını ise "Mal ve Hizmet Satışlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Bs)" ile bildirme yükümlülüğü, bilanço esasına göre defter tutan mükellefleri kapsamaktadır.

1.1.1. Bilanço esasına göre defter tutmakta iken, işletme hesabı esasına geçen mükellefler, işletme hesabına geçtikleri hesap döneminden itibaren bildirimde bulunmayacaklardır.

Buna karşın, işletme hesabına göre defter tutmakta iken, bilanço esasına geçen mükelleflerin, bilanço esasına geçtikleri hesap döneminden itibaren bildirim formu verme zorunlulukları bulunmaktadır.

1.1.2. Kurumlar vergisinden muaf olan mükellefler, muafiyetten yararlandıkları hesap döneminden itibaren Ba-Bs bildirim formu vermeyeceklerdir.

1.1.3. Serbest bölgelerde faaliyet gösteren mükelleflerin de Ba-Bs bildirimi verme yükümlülüğü bulunmaktadır. Söz konusu bildirimler, bu mükelleflerin kanuni merkezleri tarafından, merkez ve şube bilgileri birleştirilerek verilecektir. Ancak, kanuni ve iş merkezi yurt dışında olup, münhasıran serbest bölgede şubesi veya temsilciliği bulunan mükellefler, bildirim formlarında merkez bilgilerini dikkate almaksızın yalnızca serbest bölgede faaliyette bulunan şubelerinin mal ve/veya hizmet alış/satışlarını bildireceklerdir.

1.1.4. Kollektif şirketler ve bilanço esasına göre defter tutan adi ortaklıkların Ba-Bs bildirim formları ortaklık veya şirket adına bunların vergi kimlik numaraları kullanılarak verilecektir. Ortaklık veya şirket adına verilmesi gereken bildirimlerin ortaklardan herhangi birinin vergi kimlik numarası kullanılarak verilmesi halinde bildirim formları hiç verilmemiş kabul edilecektir.

1.1.5. Birden fazla şubesi bulunan mükelleflerin bildirim formlarının merkez tarafından şube ve merkez bilgileri birleştirmek suretiyle verilmesi gerekmektedir.

1.1.6. Diğer taraftan, 362 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile noterlere yönelik olarak getirilmiş bulunan bildirim yükümlülüğü, 2010 yılından itibaren kaldırılmıştır.

1.2. Bildirime Konu Alış/Satışlar Ve Hadler

1.2.1. Bildirim mecburiyeti bulunan mükelleflerce, belirlenen hadler çerçevesinde yapılan her türlü mal ve/veya hizmet alış ve satışları, bunlara ilişkin belgenin türüne (Fatura, irsaliyeli fatura, serbest meslek makbuzu, müstahsil makbuzu, gider pusulası, akaryakıt pompalarına bağlı ödeme kaydedici cihaz fişi, sigorta komisyon gider belgesi ve yolcu bileti gibi) bakılmaksızın Ba-Bs bildirim formlarına dahil edilecektir.

1.2.2. Mükelleflerin 2010 yılı ve müteakip yılların aylık dönemlerine ilişkin mal ve/veya hizmet alışları ile mal ve/veya hizmet satışlarına uygulanacak had 5.000 TL olarak yeniden belirlenmiştir. Buna göre, bir kişi veya kurumdan katma değer vergisi hariç 5.000 TL ve üzerindeki mal ve/veya hizmet alışları, "Mal ve Hizmet Alımlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Ba)" ile; bir kişi veya kuruma katma değer vergisi hariç 5.000 TL ve üzerindeki mal ve/veya hizmet satışları ise "Mal ve Hizmet Satışlarına İlişkin Bildirim Formu (Form Bs)" nun Tablo II alanında bildirilecektir.

Söz konusu hadlerin uygulanmasında, özel matrah şekline tabi mal ve/veya hizmet alış/satışlarında katma değer vergisi, özel tüketim vergisine tabi işlemlerde ise özel tüketim vergisi dahil tutarlar dikkate alınacaktır.

Belgelerde gelir vergisi tevkifatına da yer verilen hallerde tevkifattan önceki brüt tutarlar dikkate alınacaktır.

Belirlenen hadlerin altında kalan alış ve satış bedellerinin bildirildiği, "Diğer Mal ve Hizmet Bedeli Toplamı" (Tablo III) bölümü Ba-Bs bildirim formlarından çıkartılmıştır.

1.2.3. Herhangi bir mal ve hizmet alış veya satışına bağlı olarak, ödemenin gecikmesi ve döviz kurlarının değişmesi suretiyle ortaya çıkan ve fatura düzenlenmek suretiyle alıcıya/satıcıya yansıtılan vade veya kur farkı gelirleri/giderleri de haddi aşması halinde bildirimlere dahil edilecektir.

1.2.4. Bir kişi veya kurumdan yapılan alışların kısmen veya tamamen iade edilmesi durumunda, bu iadeler söz konusu kişi ve kuruma yapılan satış olarak dikkate alınacaktır.

Aynı şekilde, bir kişi veya kuruma yapılan satışlardan bir kısmının veya tamamının iade alınması durumunda, bu iadeler söz konusu kişi ve kurumdan yapılan alış olarak dikkate alınacaktır.

1.2.5. Bankalar, Katılım Bankaları, Aracı Kurumlar, Portföy Yönetim Şirketleri, Menkul Kıymet Yatırım Fon ve Ortaklıkları, Reasürans Şirketleri, Emeklilik Şirketleri, Sigorta Şirketleri ve Acenteleri yapmış oldukları işlemleri belirli periyotlarla Bakanlığımıza bildirdiklerinden, hizmet ve satış işlemlerinde düzenledikleri dekont ve poliçe bilgilerini Form Bs ile bildirmelerine gerek bulunmamaktadır.

Aynı şekilde, bu kurumların kendi aralarındaki işlemler sebebiyle düzenledikleri dekontların karşı tarafça Form Ba ile bildirilmesine de gerek bulunmamaktadır.

Ancak bu kurumlar, diğer belgelere dayalı olarak yaptıkları mal ve hizmet alım/satımlarını genel esaslar çerçevesinde Ba-Bs formları ile bildirmek zorundadırlar.

1.2.6. Döviz alış-satışı yapan mükellefler ile yetkili müessese izin belgeli ve altın borsasına üye olup kıymetli maden alış-satışı ile uğraşan mükellefler belirli miktarın üzerindeki alış-satış bilgilerini Bakanlığımıza bildirmek zorunda olduklarından, bu işlemlerini ayrıca Ba ve Bs bildirim formlarıyla bildirmelerine gerek bulunmamaktadır.

Ancak, bu kurumlar, diğer belgelere dayalı olarak yaptıkları mal ve hizmet alım/satımlarını genel esaslar çerçevesinde Ba-Bs formları ile bildirmek zorundadırlar.

Diğer taraftan, bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin, döviz büroları ve yetkili diğer kuruluşlardan yapmış oldukları döviz alış-satışlarını Ba ve Bs bildirim formlarına dahil etmelerine gerek bulunmamaktadır.

1.2.7. Sigorta şirketleri tarafından yapılan tazminat ödemeleri fatura ile belgelendirilen bir mal veya hizmet alımına dayanıyor ise, bu alımların genel esaslar çerçevesinde katma değer vergisi hariç tutarlarıyla Ba bildirim formuna dahil edilmesi gerekmektedir.

2- BİLDİRİMLERİN DÖNEMİ VE VERİLME SÜRESİ
2.1. Dönemi

Yükümlülük kapsamındaki mükelleflerin mal ve/veya hizmet alış/satışlarının aylık dönemler itibariyle bildirilmesi gerekmektedir.

Mal ve/veya hizmet alış/satışlarının bildirilecekleri aylık dönemler, bunlara ilişkin belgelerin düzenlenme tarihi dikkate alınarak belirlenir.

2.2. Verilme Süresi

2.2.1. Mükellefler söz konusu bildirim formlarını, aylık dönemler halinde düzenlemek ve takip eden ayın birinci gününden itibaren son günü akşamı saat 24:00'e kadar sistem üzerinden onaylamak suretiyle göndermekle yükümlüdürler.

2.2.2. Mükellefiyetin terki halinde bildirim formları, işin bırakıldığı tarihi izleyen ayın son günü akşamına kadar verilmek zorundadır. Bu bildirimler, kullanıcı kodu, parola ve şifre almış mükelleflerce veya 3568 sayılı Kanuna istinaden yetki almış meslek mensuplarınca verilecektir.

2.2.3. Bildirim verme zorunluluğu bulunan mükellefin ölümü halinde, bildirim formlarını verme sürelerine, Vergi Usul Kanununun 16 ncı maddesi hükmü uyarınca üç ay eklenir.

2.2.4. Tasfiyesi devam eden mükellefler bildirim formlarını, tasfiye süresince aylık dönemler halinde vereceklerdir. Tasfiyenin başladığı aya ait bildirim formları ise tasfiye öncesi ve sonrası ayrımı yapılmaksızın düzenlenecektir.

Diğer taraftan, tasfiye sonunda bildirimler tasfiye kararının tescil edildiği tarihi izleyen ayın son günü akşamına kadar tasfiye memuru veya 3568 sayılı Kanuna istinaden yetki almış meslek mensupları tarafından verilecektir.

2.2.5. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun[5];

- 18 inci maddesi uyarınca gerçekleştirilen birleşmelerde, münfesih kurumun birleşmenin gerçekleştiği döneme ilişkin bildirimleri bunlar adına, birleşilen kurum veya 3568 sayılı Kanununa istinaden yetki almış meslek mensupları tarafından,

- 19 uncu maddesi uyarınca yapılan devirlerde, münfesih kurumun devrin gerçekleştiği döneme ilişkin bildirimleri bunlar adına, devir alan kurum veya 3568 sayılı Kanununa istinaden yetki almış meslek mensupları tarafından,

- 19 uncu maddesi uyarınca gerçekleştirilen tam bölünmelerde, münfesih kurumun bölünmenin gerçekleştiği döneme ilişkin bildirimleri bunlar adına, münfesih kurumun varlıklarını devralan kurumlardan müteselsil sorumluluk kapsamında herhangi biri veya 3568 sayılı Kanununa istinaden yetki almış meslek mensupları tarafından,

takip eden ayın son günü akşamına kadar verilmesi gerekmektedir.

3- BİLDİRİMLERİN VERİLME ŞEKLİ VE DOLDURULMASI

3.1. Bildirimlerin Elektronik Ortamda Verilme Zorunluluğu

3.1.1 Bilanço esasına göre defter tutan ve 376 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğine[6] göre beyannamesini elektronik ortamda vermek zorunda olan mükellefler, Ba ve Bs bildirim formlarını da elektronik ortamda https://e-beyanname.mb-ggm.gov.tr/ adresinden vermek zorundadırlar.

3.1.2. Bildirim formlarını elektronik ortamda veren mükelleflerin kağıt ortamında (elden veya posta ile) verdikleri bildirim formları hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir.

3.1.3. Bildirimlerin elektronik ortamda verilmiş sayılabilmesi için sistem üzerinde onaylama işleminin yapılması şarttır. Onaylama işlemi en geç, bildirimlerin verilmesi gereken sürenin son günü saat 24:00'ten önce tamamlanmalıdır.

3.1.4. Vergi dairesi değişen mükellefler, bildirim formlarını en son bağlı oldukları vergi dairesine göndereceklerdir.

3.1.5. Elektronik ortamdaki bildirim formları;

- Kullanıcı kodu, parola ve şifre almış mükelleflerce gönderiliyorsa; formu düzenleyen kısmına mükellefe ilişkin bilgiler, formdaki yeminli mali müşavir kısmına ise, varsa yeminli mali müşavirlere ilişkin bilgiler yazılacaktır.

- Yeminli mali müşavirce gönderiliyorsa; formu gönderen bölümünde yeminli mali müşavirin bilgileri yer alacaktır. Formu düzenleyen bölümüne varsa serbest muhasebeci/ serbest muhasebeci mali müşavire ait bilgiler, yoksa mükellefe ait bilgiler yazılacaktır.

- Serbest muhasebeci/ serbest muhasebeci mali müşavir tarafından gönderiliyorsa; formu gönderen ve düzenleyen bölümlerine serbest muhasebeci, serbest muhasebeci mali müşavirin bilgileri yazılacaktır. Mükellefin yeminli mali müşaviri varsa yeminli mali müşavir bölümü de doldurulacaktır.

3.2. Bildirimlerin Doldurulmasında Uyulacak Esaslar

3.2.1. Bildirimlerdeki alış/satış bedelleri, Türk Lirası (TL) olarak doldurulacak ve kuruş bilgileri gösterilmeyecektir.

Bir kişi veya kurumdan yapılan alış ve/veya satışlarda birden fazla belge olması halinde kuruş ihmali belge bazında değil, belgelerin toplam tutarı üzerinden yapılacaktır.

Diğer taraftan, birden fazla sayfadan oluşan (nakli yekûnlu) faturalar tek fatura olarak kabul edilecektir.

3.2.2. İthalat işlemlerinin form Ba ile bildirilmesinde Gümrük Beyannamesi giriş tarihi, ihracat işlemlerinin form Bs ile bildirilmesinde ise, fiili ihracatın gerçekleştiği tarih dikkate alınacaktır.

Ayrıca serbest bölgelerde faaliyette bulunan mükelleflerin yurt içine yaptıkları satış işlemlerinin form Bs ile bildirilmesinde serbest bölge işlem formu tarihi ve tutarı dikkate alınacaktır.

Bildirim formlarında alıcı veya satıcının vergi kimlik numarası, ithalat işlemlerinde "1111111111", ihracat işlemlerinde ise "2222222222" olarak kodlanacaktır.

3.2.3. Bir kişi veya kurumun birden fazla şubesinden yapılan mal ve/veya hizmet alımları, muhasebe sistemi gereği ayrı ayrı takip edilse bile, birleştirilerek Ba bildirim formunda tek satır olarak gösterilecektir.

Aynı şekilde, bir kişi veya kurumun birden fazla şubesine yapılan mal ve/veya hizmet satışları da birleştirilerek, Bs bildirim formunda tek satır olarak gösterilecektir.

3.2.4. Bildirim verme yükümlülüğü bulunan, ancak tüm alış ve satışları belirtilen haddin altında kalan mükellefler, söz konusu formları Tablo II dışındaki tüm bilgileri doldurmak suretiyle vermek zorundadırlar.

3.2.5. Ba ve Bs bildirim formlarının Tablo II bölümlerinin doldurulması sırasında kullanılacak "ülke kodu" bilgileri Tebliğ ekinde yer almaktadır. (Ek:3)

4- CEZAİ UYGULAMA

4.1. Bildirimlerin Süresinde veya Tam Olarak Verilmemesi

Bildirim formlarını bu Tebliğde belirlenen süreler içinde vermeyen, eksik veya yanıltıcı bildirimde bulunan mükellefler hakkında 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355 inci maddesi hükmü uyarınca cezai işlem uygulanacaktır. Söz konusu cezai işlemin uygulanmasında, Ba ve Bs bildirim formları tek bir form olarak değerlendirilecek ve tek özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

4.2. Bildirimlerin Düzeltilmesi

4.2.1. Mükellefler elektronik ortamda gönderip onayladıktan sonra, bildirimlerinde hata veya eksiklik bulunduğunu tespit etmeleri halinde, bunları yeniden düzenleyerek göndermek suretiyle düzeltme yapabilirler.

Ba ve Bs bildirim formlarından herhangi birinde hata yapıldığının belirlenmesi halinde, sadece hata yapılan bildirim formunun düzeltilerek gönderilmesi gerekmektedir.

4.2.2. Düzeltme işlemlerinde, hatalı veya eksik olarak düzenlenmiş bulunan bildirim formları tamamen iptal edilmekte ve düzeltmeleri içerecek şekilde düzenlenerek verilen bildirim formu geçerli kabul edilmektedir. Dolayısıyla, düzeltme amacıyla düzenlenen bildirim formlarının, daha önce bildirimde bulunulmamış gibi tüm alış-satış bilgilerini içerecek şekilde doldurulması gerekmektedir.

4.2.3. Bildirimlerin verilme süresi içerisinde yapılan düzeltmelerde herhangi bir ceza uygulanmayacak olup, bu süre geçtikten sonra yapılan düzeltmelerde ise, düzeltilen her bir form için ayrı ayrı olmak üzere Vergi Usul Kanununun mükerrer 355 inci maddesi hükmü uyarınca işlem yapılacaktır.

5- YÜRÜRLÜK TARİHİ

Bu Tebliğde belirtilen usul ve esaslar, Ocak 2010 dönemi ve sonraki aylık dönemlere ilişkin olarak verilecek bildirimler için uygulanacaktır.

Tebliğ olunur.

3 Şubat 2010 Çarşamba

TÜRK TİCARET KANUNU’NDA DÜZENLENEN “CARİ HESAP” SÖZLEŞMESİ VE MUHASEBE UYGULAMASI

Yazan: Mustafa KOCAMEŞE

1.CARİ HESABIN TANIMI VE NİTELİĞİ
Birbirleriyle devamlı iş ilişkileri veya ticari bağlantısı olan kişiler arasında meydana gelen akitlerde alıcı ve satıcı sıfatları her akitte yer değiştirebilir. Birinci işlemde A alıcı iken diğerinde B alıcı durumuna geçebilir. Bu gibi durumlarda tarafların karşılıklı alacaklarını takas etmeleri gereksiz ödemelerin önüne geçecektir. Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan “cari hesap” özel bir takas müessesidir. Cari hesabın tanımı TTK md. 87’de yapılmıştır. Bu tanıma göre: ”İki kimsenin para, mal, hizmet ve diğer hususlardan dolayı birbirlerindeki alacaklarını ayrı ayrı istemekten vazgeçip bunları kalem kalem borç ve alacak şekline çevirerek hesabın kesilmesinden çıkacak bakiyeyi isteyebileceklerine dair bulunan sözleşmeye cari hesap sözleşmesi denir”(TTK md. 87/1).
Görüldüğü gibi cari hesabın iktisadi işlevi tarafların karşılıklı borçlarının ifasını özel bir takas rejimine tabi kılmaktır. Böylece cari hesap sözleşmesi borçların ifasını geçici bir zaman için erteler.
Cari hesap kavramından muhasebede "birbirleriyle ilişkide bulunan iki kişinin aralarındaki borç ve alacak doğuran işlemlerini kay¬dettikleri hesap veya hesaplar" anlaşılmaktadır. Yani bu tanıma göre muhasebedeki cari hesaptan, tarafların bazen alıcı, bazen satıcı olmaları durumunda bütün borç ve alacak ilişkilerinin bir arada izlendiği hesap anlaşılacağı gibi, tek taraflı olarak; alacak ve tahsilatların (Alıcı Hesapları) veya borç ve ödemelerin (Satıcı Hesaplan) veya sadece ödeme ve tahsilat nedeniyle oluşan borç ve alacakların ayrı ayrı izlendiği şahıs hesapları da (Ortaklar Hesabı) anlaşılmaktadır.
Cari hesap müessesi sözleşme ile kurulur. TTK, cari hesap sözleşmesi ile ilgili düzenlemeleri yapmasına rağmen yasalarda cari hesaptaki kayıt düzeni ile ilgili bir düzenleme yoktur. Cari hesabın muhasebe tekniğini ve düzenini:
-İç muhasebe,
-Dış muhasebe bölümlerine ayırarak inceleyebiliriz.
Cari hesap sözleşmesine göre yapılacak kayıtların taraflar arasında hüküm ifade etmesi iç muhasebe kayıt ve düzeni ile ilgilidir. İç muhasebedeki kayıtlar ve belgeler tarafların tercihlerine göre şekillenir ve tarafları bağlar.
Cari hesabın dış muhasebe düzeni ise sözleşmenin üçüncü şahıslar bakımından da sonuç doğurmasıyla ilgilidir. Cari hesapla ilgili verilerin üçüncü şahıslar açısından etkili olması bunların muhasebe temel ilke ve kurallarına uygun olarak, yasa gereği tutulması zorunlu defterlere aktarılmasına bağlıdır.

2. CARİ HESAPTA ŞEKİL
Şekil, bir sözleşmenin geçerli olması veya ispatı için iradenin açıklanmasında belirli kalıplara uyulması gerekliliğidir.Bazen bir sözleşmenin oluşması belirli bir şekle uyulmasına bağlıdır. Bu şekle uyulmadıkça sözleşme geçerli olmaz. Bu halde şekil geçerlilik şartıdır. Sözleşmenin meydana gelmesi için bir şekil gerekli değilse fakat uyuşmazlık halinde ispat için şekil şartı aranıyorsa burada şekil ispat şartıdır.
Cari hesap sözleşmesi yazılı yapılmadıkça muteber değildir (TTK md. 87/2). Buna göre cari hesap sözleşmesinin yazılı yapılması lazımdır. Yazılı yapılmayan sözleşme geçerli olmaz ve taraflar açısından sonuç doğurmaz.

3.CARİ HESAP SÖZLEŞMESİ
1.Cari Hesap Sözleşmesinin Unsurları
Cari hesap sözleşmesinin unsurları zorunlu ve tamamlayıcı unsurlar olarak ikiye ayrılabilir.Cari hesap sözleşmesinin zorunlu unsurları şunlardır.
a.Yazılı olma: TTK 87/2 ‘ye göre cari hesap sözleşmesinin geçerli olması için yazılı yapılması şarttır. Yazılı olma temel unsurdur. Yazılı olmayan cari hesapta bakiye tesbiti ve bağlayıcılık kazanması mümkün değildir.
b.Taraflarla ilgili yeterli bilgi: Sözleşmenin taraflara ait olduğunun anlaşılabilmesi bakımından ad, soyad, ticaret unvanı gibi bilgiler sözleşmede yer almalıdır.
c.İmza, gerekiyorsa kaşe: Sözleşmenin geçerli ve bağlayıcı olması için ilgilisi tarafından imzalanması gerekir.
d.İçerik unsuru: Cari hesap sözleşmesinde içerik açıkça belirtilmelidir.
Cari hesap sözleşmesinin tamamlayıcı unsurları şöyle sıralanabilir.
a.Hesap dönemi: Cari hesapta hesap dönemleri sözleşme ile belirlenebilir. Sözleşmede belirtilmemişse teamül ile saptanır. Bu ikisi de yoksa her takvim yılı sonu hesap döneminin kapatılması günü olarak kabul edilmiş sayılır(TTK md. 92).
b.Faiz türü ve miktarı:Taraflar faiz ve komisyon miktarını sözleşme ile tesbit edebilir(TTK md. 94).
c.Tarafların adresleri: Adreslerin sözleşmede yer alması tebligatlarda kolaylık sağlar.
d. Diğer unsurlar: Tarih vb.
2. Cari Hesap Sözleşmesinde Taraflar
Cari hesap sözleşmesi en az iki kişi arasında olur. Bu şahıslar gerçek veya tüzel kişi olabilir.Cari hesaba taraf olabilmek için hukuki ehliyete haiz olmak gerekli ve yeterlidir.

4. CARİ HESAP SÖZLEŞMESİNİN HÜKÜMLERİ
1. Cari Hesaba Geçirilebilecek Alacaklar
Cari hesap özel bir takas rejimidir. Kural olarak ancak taraflar arasındaki muaccel alacaklar cari hesaba geçirilir. Muaccel olmayan alacaklar cari hesaba geçmez. Ancak bunun aksi sözleşmeyle kararlaştırılabilir.
Ticari senetlerden doğan borç ve alacağın geçerliliği ancak tahsili halinde mümkündür. Ticari senedin cari hesaba geçirilmesi tahsil şartıyla olur (TTK md. 88). Cari hesaba kaydedilip sonradan tahsil edilemeyen ticari senetler sahibine iade edilir ve kaydı silinir (TTK md. 89).
Bazı alacaklar nitelikleri gereği cari hesaba geçemezler. TTK md. 91’e göre; Takası mümkün olmayan alacaklar, belirli bir yönde sarf edilmek üzere veya ayrıca emre amade teslim alınan para ve mallardan doğan alacaklar cari hesaba geçirilemez. Tacirler arasındaki cari hesap sözleşmesinden önce doğmuş alacaklar da cari hesaba kaydedilemez. Bu hüküm mutlak değildir. Sözleşmeyle aksi kararlaştırılabilir.
2. Alacağın Cari Hesaba Geçirilmesinin Sonuçları
a. Alacağın Yenilenmesi
Yenileme (tecdid) mevcut bir borcun yeni bir borç meydana getirmek suretiyle sona erdirilmesidir. Yenileme halinde, borçlu, yeni bir borç meydana getirmek suretiyle (edimini yerine getirmeksizin) mevcut borcundan kurtulur.Bunun sonucunda yeni bir borç meydana gelir.
Cari hesaba geçirilen bir alacak sadece geçirilme ile yenilenmiş olmaz(BK md 15/1). Hatta TTK md 88/2 ye göre bu geçirilme tarafların rızası ile dahi olsa yenileme olmaz. Ancak taraflar anlaşarak aksini kararlaştırabilir. Bununla beraber hesap devresi sonunda hesap kesilir ve saptanan bakiye taraflarca kabul edilmiş olursa bu kalem yeni devre için yenilenmiş sayılır(BK md. 15/2).
Cari hesaba borç yada alacak kaydı borç yada alacağı doğuran sözleşme ve işlemlere ilişkin tarafların haiz oldukları dava ve savunma haklarını düşürmez(TTK md. 88/1).
Kanunda yenilemeden söz edilmekle beraber, burada yenilemenin en önemli hükmü uygulanmaz. Yenileme borcu sona erdiren bir sebeptir. Bu nedenle yenileme olursa borcu güvence altına alan teminatlar da sona ererler ve yeniden verilmedikçe yeni borcu temin etmezler. Oysa cari hesapta bakiyenin kabulü yenileme sayıldığı halde önceki devredeki kalemlerden birisi için teminat verilmişse, aksi kararlaştırılmadıkça, bu teminat yeni bakiyeye de teminat oluşturur.
b. Cari Hesabın Bütünlüğü
Cari hesap alacak ve borç kalemleriyle bir bütündür. Cari hesabın devamı süresince taraflardan hiçbiri borçlu yada alacaklı değildir. Cari hesabın alacak veya borç kalemlerinde taraflardan biri lehine fazlalık çıkabilir. Ancak bu fazlalığın cari hesap fesih yada tasfiye edilmeden parçalanmasına, parça parça talep, tediye, dava ve takip edilmesine imkan yoktur.
Tarafların hukuki durumları yani borçlu yada alacaklı olmaları ancak hesabın kesilmesiyle belli olur(TTK md. 95).
c. Cari Hesapta Takas
Cari hesap özel bir takas rejimidir. Bu sebeple kalem kalem cari hesaba yazılan alacak ve borçlar takas oluncaya kadar varlıklarını muhafaza ederler. Takas hesap döneminin sonunda yapılır.

5.CARİ HESAPTA FAİZ
Cari hesabın alacak kısmına kaydolunan tutarlar için sözleşme veya ticari teamüller gereğince alındıkları günden itibaren faiz işler(TTK md. 85/5). Alacağın niteliğine , borcun faize tabi olup olmamasına bakılmaksızın cari hesap kapsamındaki tüm alacak kalemlerine faiz uygulanır. Ancak alacak kalemlerinin cari hesaba kaydedilebilir nitelikte olması gerekir.
TTK md. 93‘e göre de “Borç ve alacak kalemlerinin birbirinden çıkarılması neticesinde hasıl olan bakiye için de tesbit edildiği günden itibaren faiz işler. Buna göre faizin uygulanacağı kalem ya cari hesabın alacak kısmına kaydedilen tutardır veya borç ve alacağın birbirinden mahsubundan elde edilen bakiyedir.
1. Cari Hesapta Faizin İşlemeye Başlaması
Alacak kalemlerinde TTK md. 85’e göre alındıkları günden itibaren faiz işler. Alacak kalemlerinin cari hesaba kaydedilmemiş olması ona faiz uygulanmasına engel değildir. Hükümde geçen “alındığı gün”den amaç cari hesap ilişkisi içinde alacağın istenebilir nitelikte ortaya çıktığı tarihtir. O halde cari hesap kapsamındaki bir alacağın doğmasıyla faiz işlemeye başlar.
Tebliğinden itibaren belirli bir süre içinde itiraz edilmeyen cari hesap bakiyesi ağlayıcılık kazanır(TTK md. 92/2). Borç ve alacak kalemlerinin birbirinden çıkarılması neticesinde hasıl olan bakiye için tesbit edildiği günden itibaren faiz işler(TTK md. 93). Bakiyeye itiraz edilmiş veya gerçek bakiyenin tesbiti ile ilgili dava açılmış olması bu hükmü etkilemez.
TTK’nun 94. maddesi bileşik faiz ve diğer hükümleri düzenlemiştir. Bu madde hükmüne göre taraflar üç aydan aşağı olmamak üzere diledikleri zaman faizlerin anaparaya eklenmesini kararlaştırabilirler.Buna göre bileşik faiz uygulanabilmesi için hesap dönemleri en az üç ay olmalıdır. Taraflar ayrıca hesap devrelerini, faiz ve komisyon miktarlarını sözleşme ile kararlaştırabilirler. Aralarındaki anlaşmanın hükümlerine göre komisyon ve başkaca giderlerin ödenmesini isteyebilirler(TTK md. 90).
2. Faizin Hesaplanması
a.Normal Faiz Metodu
Faizin ve faiz işlemlerinde yer alan diğer unsurların saf bir rakam olan başlangıç sermayesine dayanılarak hesaplanması halinde normal faiz metodu kullanılır.
c = anapara
P= Aksi belirtilmedikçe yıllık faiz oranıdır.
t = süre ( gün ay, yıl)
z = faiz tutarı olmak üzere;
z = c.p.t
(100) (360)*

b. Bileşik Faiz Metodu
Bileşik faiz hesabında faiz tutarı daima değişen bir sermaye üzerinden hesaplanır. Yani her hesap devresi sonunda hesaplanan faiz tutarı sermayeye ilave edilir.İzleyen hesap devresinin faiz tutarı bir önceki devrenin faiz tutarını da kapsayan sermaye üzerinden hesaplanır.
c = anapara
i = devre faiz haddi
n = devre sayısı(yatırım süresi zarfında faiz tutarının sermayeye ilave
edilme sayısı)

kn = n. Devre sonundaki sermaye tutarı olmak üzere;
kn = c( 1+i )n şeklinde hesaplanır.*

6.CARİ HESAPTA HESAP DEVRESİ VE ANLAŞMA SÜRESİ
Cari hesapta hesap devresi ve anlaşma süresini birbirinden ayırt etmek gerekir. Bir cari hesap anlaşması içinde bir çok hesap devresi bulunabilir. Hesap devresi ile bakiyenin tesbiti, bu bakiyenin muaccel olması sonucunu doğurmaz. Bakiye yeni hesap dönemine devredilir.
1.Anlaşma Süresi
Cari hesap sözleşmesinde taraflar arasındaki hukuki durum, alacaklılık veya borçluk sıfatları, ancak sözleşmenin sona ermesi ve hesabın kesilmesi ile olur ve bakiye ancak o anda muaccel hale gelir(TTK md. 95). Sözleşmede süre belirtilmiş olup olmamasına göre cari, hesap sözleşmesi süreli ve süresiz olarak ikiye ayrılır. Sözleşmede bir süre belirtilmemişse sözleşme süresiz kabul edilir.
2.Hesap Devresi
Hesap devresi cari hesap sözleşmesinden doğan alacak ve borç durumlarının zaman zaman kontrol edilmesi amacıyla kabul edilen bir süredir. Süreli veya süresiz olabilen cari hesap anlaşmasının içinde bir çok hesap devresi olabilir.Sözleşme ile veya ticari teamül ile belirlenen hesap devreleri sonunda cari hesabın kapatılması ve borç ve alacak kelemler arasındaki farkın tesbit edilmesi lazımdır(TTK md. 92/1). Hesap devresi hakkında sözleşmede bir hüküm veya ticari teamül olmaması durumunda hesap devresinin sonu kanunda takvim yılının son günü kabul edilir.
Hesap devresi sonunda tesbit edilen bakiyenin hüküm ifade etmesi bunun diğer tarafça kabul edilmesine bağlıdır. Buna bakiyenin tanınması denir. Tesbit edilen bakiyeyi gösteren cetvel alan taraf, aldığı tarihten itibaren bir ay içerisinde noter marifetiyle veya taahhütlü bir mektupla veya telgrafla itiraz etmezse bakiyeyi kabul etmiş sayılır(TTK md. 92/2). İtirazın geçerli olması için mutlaka yukarıda belirtilen şekilde yapılması gerekir.

7.CARİ HESAP İŞLEMLERİNİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ
Tek Düzen Hesap Planında "cari hesap" adı altında bir hesap yoktur. Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği çerçevesinde "cari hesap" kavramından, üçüncü kişiler (Alıcılar, Satıcılar, Ortaklar Hesapları gibi) ile olan ilişkilere ait hesaplar (Şahıs He¬sapları) anlaşılacaktır. Bir kişi veya kurumun hem alıcı, hem de satıcı olması durumunda, her ne kadar satışlardan doğan alacaklar ile, alış¬lardan doğan borçlar ayrı hesaplarda izlense bile genellikle bu hesaplar ödeme veya tahsilat ile kapanmayacaktır. Çünkü pratikte böyle bir durumda ta¬rafların tahsilat ve ödeme yapmaları söz konusu olmayacak, taraflar aralarında mutabakat sağladıktan sonra hesap kalanları aynı ise birbirleriyle karşı¬laştırılarak kapatılacak veya bakiye varsa borçlu tarafından ödenecek veya bakiye tek bir hesaba aktarılacak ve bilançoya yansıtılacaktır. Bu anlamı ile, iki kişi arasındaki bütün işlemler ayrı hesaba kaydedilse bile, sonunda yine bir hesapta toplanacak ve taraflar bakiye üzerinden hesaplaşa¬caklardır. Dolayısıyla muhasebede cari hesap bir kişiye olan borç ile o kişiden olan alacağın ister aynı hesapta, ister ayrı hesapta izlensin matematiksel olarak belirlendiği bir çizelgedir.
Cari hesap işlemlerinin muhasebeleştirilmesinde cari hesap için hesaplanan dönem bakiyeleri ve bunlara uygulanan faizin muhasebe kayıtları esastır.
Örnek:
X ve Y firmaları bir cari hesap sözleşmesi yapmışlardır. Sözleşmeye göre hesap mutabakatı üçer aylık dönemler halinde yapılacak ve alacağın kesinleştiği tarihten itibaren aylık %2 oranında faiz uygulanacaktır. Hesap mutabakatı yapıldıktan sonra fark tesbit edilerek cari hesap döneminin kesildiği tarihe kadar faiz hesaplanacaktır.
Yapılan hesap kesiminde X firması lehine 1.190.000.000 TL bakiye çıkmış ve bu bakiyenin kaynaklandığı işlemin gerçekleşme tarihinden itibaren 19.833.000 TL faiz hesaplanmıştır.Buna göre;
X Firmasının Kaydı
___________ / ___________
120.02 Y Firması 19.833.000
649.01…Diğer Gelirler 19.833.000
___________ / ___________
Y Firmasının Kaydı
___________ / ___________
780 FİNANSMAN GİD. 19.833.000
320 X Firması 19.833.000
__________ / ____________

8.CARİ HESABIN SONA ERMESİ
Cari hesabın sona erme nedenleri şöyle sıralanabilir:
1. Süresi belirli bir sözleşmede sürenin sona ermesi(TTK 96/1). Ancak taraflar cari hesabı aralarında sürdürürlerse cari hesap süresiz hale dönüşmüş olur.
2. Bir müddet kararlaştırılmadığı takdirde taraflardan birinin feshi ihbar etmesi(TTK 96/2). Yasada herhangi bir süre öngörülmemiş olduğundan sözleşmenin feshi ihbarı diğer tarafa vasıl olduğu anda hüküm ifade eder ve sözleşme sona erer. Ancak fesih hakkı iyiniyet kurallarına aykırı kullanılmamalıdır.
3. Taraflardan birinin iflas etmesi cari hesabı sona erdiren bir sebeptir(TTK 96/3). Anacak hesabın tasfiyesi ilk hesap devresi sonunda başlayabilir.
4. Belirli süreli cari hesaplarda taraflardan biri ölür veya hacir altına alınırsa her iki taraf veya halefleri on gün önceden haber vermek koşuluyla cari hesap mukavelesini feshedebilir. Ancak bakiyenin ödenmesi ancak ilk hesap devresi sonunda mümkün olabilir(TTK md 97).
5. Taraflardan birinin alacaklısı onun hesap bakiyesini haciz ettirdiği gün hesap kapatılarak bakiye tesbit edilir.(TTK 98/1). Cari hesap sözleşmesinde tarafların hukuki durumu hesap devresinin sonunda bakiyenin tesbiti ile ortaya çıkar. Alacaklının bu bakiyeyi haczettirmesi mümkündür.Ancak bakiyeyi haciz ettiren alacaklı bakiyenin alacağına tekabül eden kısmın derhal icra dairesince ödenmesini isteyemez. Bunun için hesap devresinin sona ermesi gerekir. Borcundan dolayı haciz tebliğ edilen taraf on beş gün içinde haczi kaldırmazsa diğer taraf sözleşmeyi feshedebilir, etmezse haciz ettiren kimsenin durumu cari hesaba yeni kalemler eklenmek suretiyle ağırlaştırılamaz. Yalnız haciz anından önce meydana gelmiş hukuki münasebetlerden doğan kalemler istisnadır(TTK md.98).

9. CARİ HESAPTA ZAMANAŞIMI
Cari hesabın tasfiyesine, hükmen tayin olunan bakiyeye veya faiz bakiyelerine, hesap hata ve zuhullerine, cari hesaba geçirilmiş olan kalemlere veya mükerrer kayıtlara ilişkin davalar, beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrarlar(TTK md. 99).
Zamanaşımı süresinin başlangıcı ise davaya konu olan işlemin yapıldığı hesap devresine ait bakiyesinin kabul edildiği veya kabul kabulü için gerekli sürenin itirazsız geçtiği andır.

SONUÇ
Muhasebe açısından cari hesap borçlu veya alacaklı olan kişilerin izlendiği şahıs hesaplarıdır. Bu hesaplarda bakiyeler birlikte veya ayrı ayrı izlenerek sonuçta bakiye tesbit edilir.
Ticaret hukukundaki cari hesap ise sözleşmeyle oluşturulmuş bir kurumdur. Bu cari hesapta taraflar hem alacaklı hem de borçlu durumundadırlar. Alacaklarını karşılıklı olarak istemekten vazgeçip sonuçta çıkan bakiyeyi isteyebilirler. Ticaret Kanunu’nda düzenlenen bu anlamdaki cari hesap için yazılı bir sözleşmenin varlığı şarttır.

10 Ocak 2010 Pazar

İNDİRİMLİ ORANA TABİ İŞLEMLERDEN KAYNAKLANAN KDV İADELERİNDE DİKKATE ALINAN %18’LİK SINIR UYGULAMASI

Yazar: MustafaKOCAMESE*
FıratCoskunGÜÇLÜ **
E- Yaklasım / Nisan 2009 / Sayı: 196


I. GİRİŞ
3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29/2. maddesiyle indirimli orana tabi işlemlerle ilgili olup, yıl içinde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek sınırı aşan verginin mükelleflere mahsuben veya nakden iadesi imkânı getirilmiştir. İndirimli orana tabi işlemler nedeniyle iade edilecek KDV tutarının hesaplanmasında, indirimli orana tabi işlemler nedeniyle yüklenilen ve indirim yoluyla telafi edilemeyen KDV iade alacağının hesaplanması gerekmektedir.
İndirimli orana tabi mamullerin bünyesine giren KDV’nin hesaplanması sırasında amortismana tabi iktisadi kıymetler ile genel imal ve idare giderlerine ait KDV konuları özellik arz etmekte ve birçok yazar ve konunun uzmanları tarafından çeşitli görüşler ortaya konmaktadır. Çalışmamızda söz konusu giderlerle ilgili yüklenilen KDV’nin hesaplanması sırasında özellikle genel giderlerin kapsamı ve genel giderler dolayısıyla yüklenilen KDV’ye ait hususlara değinilmiş ve görüşlerimize yer verilmiştir.
II. YASAL DÜZENLEMELER
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29’uncu maddesinin 2 numaralı fıkrası ile indirimli orana tabi işlemlerle ilgili olup, yıl içinde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek sınırı aşan verginin mükelleflere mahsuben veya nakden iadesi imkânı getirilmiştir. İlgili madde hükmü aşağıdaki gibidir:
“ Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tâbi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez. Şu kadar ki, 28’ inci madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sınırı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenir. Yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi izleyen yıl içinde talep edilmesi şartıyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilir. Bakanlar Kurulu, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibarıyla, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler (ATİK) dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisi ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir. ”
İndirimli orana tabi işlemler nedeniyle iade edilecek KDV tutarının hesaplanmasında, indirimli orana tabi teslimler nedeniyle yüklenilen ve indirim yoluyla telafi edilemeyen KDV iade alacağının hesaplanması gerekmektedir. Mükellefler, iade hakkı doğuran işlemlerle ilgili olarak yüklendikleri Katma Değer Vergisini doğru olarak hesaplamak zorundadırlar. Vergi Usul Kanunu’nun 275’ inci maddesine göre maliyet muhasebesi tutan mükellefler, yüklendikleri Katma Değer Vergisini aynı ilkeler ışığında hesaplayacaklardır. Buna göre genel imal ve genel idare giderlerinden mamule verilen payın hesabında hangi usul kullanılıyor ise bu giderler dolayısıyla yüklenilen Katma Değer Vergisinin hesabında da aynı usul kullanılacaktır. Burada önemli olan husus indirimli orana tabi işlemlerin bünyesine giren KDV’nin doğru bir şekilde hesaplanmasıdır. İndirimli orana tabi mamullerin bünyesine giren KDV’nin hesaplanmasında amortismana tabi iktisadi kıymetler ile genel imal ve idare giderlerine ait KDV konuları özellik arz etmektedir. Söz konusu hususlara aşağıda değinilmiştir.
III. İNDİRİMLİ ORANA TABİ İŞLEMLERDE YÜKLENİLEN KDV’NİN HESAPLANMASINDA AMORTİSMANA TABİ İKTİSADİ KIYMETLER (ATİK) VE GENEL GİDERLER DOLAYISIYLA YÜKLENİLEN KDV
A. ATİK’ LER DOLAYISIYLA YÜKLENİLEN KDV’NİN DURUMU

ATİK’lerde iade uygulamasına ilişkin usul ve esaslar 24 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde düzenlenmiştir. Faaliyetleri kısmen veya tamamen iade hakkı doğuran işlemlerden oluşan mükelleflerin amortismana tabi iktisadi kıymet için ödedikleri vergilerin iadesi mümkün bulunmaktadır. İade hakkı doğuran işlemler Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 32’nci maddesinde sayılan istisnalar ile değişik 29/2’nci maddesinde belirtilen işlemlerdir. Bu işlemler dolayısıyla yüklenilen vergiler, indirimi mümkün olmaması halinde mükellefe iade edilebilmektedir.
İade kapsamına mal ve hizmet alışları yanında genel giderler ve amortismana tabi iktisadi kıymetler için ödenen vergiler de dahildir. Ancak, bir vergilendirme döneminde iade edilecek vergi, o dönemdeki iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin % 18'i olarak hesaplanan miktardan fazla olamayacaktır. Bu genel açıklamalar çerçevesinde amortismana tabi iktisadi kıymetlerle ilgili iade uygulaması aşağıdaki şekilde gerçekleştirilecektir.
1. Faaliyetleri münhasıran iade hakkı doğuran işlemlerden oluşan mükellefler bakımından:
Bu mükelleflerin hesaplanan vergileri olmadığından, yüklendikleri vergilerin iadesi gerekmektedir. Buna göre beyannamede iade hakkı doğuran işlemlere ait bedel üzerinden kanuni vergi nispetine göre hesaplanan miktar ile amortismana tabi iktisadi kıymet için yüklenilen vergiler ve vergi indirimine konu olarak diğer unsurların toplamı mukayese edilecektir. Vergi indirimi konusu olup iade ile karşılanamayan miktarın sonraki döneme devrolunacağı tabiidir.
2. Vergiye tabi işlemlerle iade hakkı doğuran işlemleri birlikte yapan mükellefler bakımından:
Bu kapsama giren mükellefler yüklendikleri vergilerin tamamını vergiye tabi faaliyetleri üzerinden hesaplanan vergilerden indireceklerdir. İndirimle giderilmeyen vergilerden bu mükelleflere ancak iade hakkı doğuran işlemlere isabet eden kısım iade edilebilecektir. Mükellefler mal ve hizmet alışları ile genel giderlere ait olan vergilerden her iki işlem grubuna ait kısmı ayırmak zorundadırlar.
Faaliyetleri kısmen iade hakkı doğuran işlemlerden oluşan bu kapsamdaki mükelleflerin amortismana tabi iktisadi kıymetlerine ait vergilerin durumu aşağıdaki şekilde belirlenecektir.
a) İktisadi kıymet, münhasıran vergiye tabi işlemlerde kullanılıyorsa, mükellefin söz konusu iktisadi kıymetin iktisabı sırasında yüklendiği vergilerin, iade hakkı doğuran işlemler nedeniyle yüklendiği vergiler kapsamında, iadesi mümkün değildir.

b) İktisadi kıymet münhasıran iade hakkı doğuran işlemlerde kullanılıyorsa, amortismana tabi iktisadi kıymet için ödenen vergiler de dahil olmak üzere iade hakkı doğuran işlemler nedeniyle yüklenilen vergilerden bu işlemlerin % 18'ine tekabül eden kısmı beyannamenin ilgili satırlarına yazılacaktır. İktisadi kıymete ait verginin indirilemeyen kısmı için gelecek dönemlerde aynı işleme devam edilecektir.

c) İktisadi kıymet vergiye tabi olan işlemler ile iade hakkı doğuran işlemlerde ortaklaşa kullanılıyorsa, amortismana tabi iktisadi kıymete ait olup indirimle giderilmeyen katma değer vergisi yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, istisna kapsamına giren işlemlere isabet eden katma değer vergisi kadar iade konusu olacaktır.

B. GENEL GİDERLER DOLAYISIYLA YÜKLENİLEN KDV’NİN DURUMU
36 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde VUK’ un 275’inci maddesine göre maliyet muhasebesi tutan mükelleflerin yüklendikleri KDV’yi aynı ilkeler ışığında hesaplayacakları belirtilmiştir. Buna göre genel imal ve genel idare giderlerinden mamule verilen payın hesabında hangi usul kullanılıyor ise bu giderler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisinin hesabında da aynı usul kullanılacaktır.
Yüklenilen vergiler kapsamına, iade hakkı doğuran işlemlerle ilgilendirilebilen normal alış ve giderler, genel imal ve genel idare giderleri ile amortismana tabi iktisadi kıymet için yapılan harcamalara ilişkin vergiler girmektedir.
76 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde de indirimli orana tabi işlemlerin bünyesine giren vergilerin hesabına, genel imal ve idare giderleri ile amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen vergilerin dahil olduğu belirtilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak önceki Genel Tebliğlerde yer alan açıklamalara uyulmak kaydıyla, indirimli orana tabi işlemlerde genel imal ve idare giderleri ile amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen vergilerden bu işlemlere isabet eden tutarlar, iade hesabına dahil edilecektir.
Öte yandan bazı görüşlere göre genel idare giderleri dışındaki pazarlama, satış ve dağıtım giderleri ile araştırma ve geliştirme giderleri dolayısıyla yüklenilen vergilerin iadenin hesaplamasında dikkate alınıp alınmayacağı tereddütlere sebebiyet vermiştir. Genel Tebliğlerde “Genel İdare Giderleri” ifadesi kullanılmış olması nedeniyle pazarlama, satış ve dağıtım giderleri ile araştırma ve geliştirme giderlerinin iade hesaplamasında dikkate alınmayacağı ileri sürülebilmektedir.
Bizim de katıldığımız bir görüşe göre, pazarlama, satış ve dağıtım giderleri ile araştırma ve geliştirme giderlerine ait KDV’lerin yüklenilen vergilerin hesaplanmasında dikkate alınması gerekmektedir. Buna göre, iade konusunda gelir tablosunda yer alan faaliyet kârı veya zararı nihai sınır olarak dikkate alınmak suretiyle hesaplama yapılmalıdır. Yani, söz konusu kâr zararın hesaplanmasında dikkate alınan satışların maliyeti ve faaliyet giderlerine (genel yönetim giderleri, pazarlama satış ve dağıtım giderleri ile araştırma ve geliştirme giderlerinin tamamı) ilişkin olarak yüklenilen KDV iade hesaplamasında dikkate alınmalıdır. Gelir İdaresi’nin vermiş olduğu 25.05.2001 Tarih ve 53/5329-665/28753 Sayılı Muktezada da pazarlama, satış ve dağıtım giderleri arasında sayılan pazarlama ve reklam giderlerine ilişkin olarak ödenen vergilerin, işlemler bünyesine giren vergilerin olarak değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Ancak söz konusu vergilerin Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kanunen kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen KDV olması durumunda iade hesabına dahil edilmeyecektir.
IV. GENEL GİDERLER DOLAYISIYLA İADE EDİLECEK KDV’NİN HESAPLANMASINDA ÜST SINIR
24 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde; mal ve hizmet alışları yanında genel giderler ve amortismana tabi iktisadi kıymetler için ödenen vergilerin de yüklenilen KDV hesaplamasına dâhil oldukları belirtildikten sonra bir vergilendirme döneminde iade edilecek verginin, o dönemdeki iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin genel vergi oranıyla çarpılması sonucu hesaplanan miktardan fazla olamayacağı hükme bağlanmıştır.
Söz konusu hüküm uyarınca; aylık olarak iade tutarının hesaplanması sırasında, genel giderler ve ATİK’ler dolayısıyla iade edilecek vergi, o dönemdeki iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin genel vergi oranıyla çarpılması sonucu hesaplanan miktara kadar dikkate alınabilecektir. İndirimli Orana tabi işlemlerde iade hesabına alınacak KDV, işlemin bünyesine giren vergi tutarı ile işlem bedeli üzerinden hesaplanan KDV tutarı arasındaki fark olacaktır.
Uygulamada; satışları mevsimsel olarak artış ve azalış gösteren (dondurma, konserve vb. sektörlerde faaliyette bulunan) mükelleflerin, niteliği gereği satışlarının az olduğu dönemlerde ortaya çıkan pazarlama ve satış giderleri dolayısıyla yüklendikleri verginin, ilgili dönemlerde iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin genel vergi oranıyla çarpılması sonucu bulunan miktardan fazla olması sebebiyle iade talepleri sırasında problemler çıkabilmektedir. Bu durumda mükellefler üzerinde haksız bir vergi yükü oluşabilmektedir.
Mükelleflerin indirimli orana tabi işlemler nedeniyle yaptığı, ancak niteliği gereği satışların düştüğü dönemlerde ortaya çıkan pazarlama ve satış giderlerine ait KDV’yi, her bir vergilendirme döneminde indirimli orana tabi işlem bedeline genel vergi oranı uygulanmak suretiyle bulunacak tutar yerine, yıl içinde gerçekleşen indirimli orana tabi toplam işlem bedeline genel vergi oranı uygulanmak suretiyle bulunan tutar ile karşılaştırarak yıllık iade hesabına dâhil etmesi durumunda indirimli orana tabi satışlar dolayısıyla yüklenilen verginin satışların az olduğu dönemlerde mükellef üzerinde haksız olarak kalması önlenmiş olacaktır.
Maliye Bakanlığı’nın KDV Kanunu’nun 29’uncu maddesinin 2 numaralı fıkrasında verilen yetkiyi kullanarak satışların az olduğu dönemlerdeki pazarlama ve satış giderleri dolayısıyla mükellefler üzerinde haksız vergi yükü oluşmasını önleyici düzenlemeler getirmesinin uygun olacağını değerlendirmekteyiz.
V. SONUÇ
İndirimli orana tabi mamullerin bünyesine giren KDV’nin hesaplanmasında amortismana tabi iktisadi kıymetler ile genel imal ve idare giderlerine ait KDV konuları özellik arz etmektedir. 24 seri nolu KDV Genel Tebliğinde faaliyetleri kısmen veya tamamen iade hakkı doğuran işlemlerden oluşan mükelleflere yapılacak iade kapsamına mal ve hizmet alışları yanında genel giderler ve amortismana tabi iktisadi kıymetler için ödenen vergilerin de dahil olduğu belirtilmiştir. Ancak, bir vergilendirme döneminde iade edilecek vergi, o dönemdeki iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin % 18'i olarak hesaplanan miktardan fazla olamayacaktır.
Uygulamada; satışları mevsimsel olarak dalgalanma gösteren mükelleflerin, niteliği gereği satışların az olduğu dönemlerde ortaya çıkan pazarlama ve satış giderleri dolayısıyla yüklendikleri verginin o dönemdeki iade hakkı doğuran işlemlere ait bedelin genel vergi oranıyla çarpılması sonucu hesaplanan miktardan az olması sebebiyle yüklenilen verginin bir kısmının iade alınamadığı görülmektedir. Bu durumda mükellefler üzerinde haksız bir vergi yükü oluşmaktadır.
Söz konusu mükelleflerin pazarlama satış giderleri dolayısıyla iade edilecek KDV’ni hesaplarken indirimli orana tabi satışların genel vergi oranı ile çarpılması sonucu hesaplanan üst sınırı aylık dönemler yerine yıllık olarak dikkate almaları mükellef üzerinde haksız vergi yükü kalmasını önleyecektir. Maliye Bakanlığı’nın bu konuda düzenleme yapması yerinde olacaktır.